Doğru nedir? Yanlış nerede
başlıyor? Sınırları kim çiziyor?
Bir insanı iyi, kötü yapan
nedir? Davranışları mı, niyetleri mi?
Bir yalanla mı yalancı
olunur, iki yalanla mı? Yalanın boyutu mudur insanı yalancı yapan? Sahi,
yalanın boyutu olur mu? Pembesi, beyazı, kavuniçisi olur mu yalanın? İsmimizin
önünden “yalancı” sıfatını uzak tutmak için renklerle yeni bir yalana sığınmak
mıdır “yalanın boyutu” diye adlandırdığımız olgu? En azından, “Nasılsın?”
sorusunun yalancısı değil miyiz hepimiz?
Katil olmakla seri katil
olmak arasında fark var mıdır? İnsan yalnızca birinin canını alınca mı katil
sayılır? Ya kendimizden götürdüklerimiz? Kendi içimizde öldürdüklerimiz kendi
ruhumuzun katili yapmaz mı bizleri? Boşa harcayıp yokluğa gönderdiğimiz
kelimelerin katili sayılmaz mıyız? Yerle yeksan ettiğimiz kalpler,
sevdiklerimizin boğazına dizdiğimiz düğümler… Bunlar yetmez mi katil
sayılmamıza? Başkalarından ve kendimizden çaldığımız vakitlerin katili değil
miyiz hepimiz? Katledileni görmüyor olmamız, ortada bir ceset olmaması, gerçeği
değiştirir mi?
Söylesene. Üç kere “İman
ettim.” deyip, kalbiyle tasdik etmeyince
mi münafık olur insan, beş kere “İman ettim.” deyip, kalbiyle tasdik etmeyince
mi? Dilden dökülenle kalpte büyütülen arasındaki fark ne kadar da önemli.
Söylediklerimizle
yaptıklarımız arasındaki uçurum, yüzümüze yeni yüzler katan. İki yahut yedi
yüzün farkı var mı? Bizim için iyi olan bir insanın bir başkası için kötü
olması farklı kişilere farklı yüzlerin gösterilmesinden mi kaynaklanır?
Tanıdığımızı sandığımız insanların hangi yüzü aşina olduğumuz?
İki basamak yukarıda olmakla
üç basamak aşağıda olmanın farkı var mıdır? Aynı merdivende yürüyüp aynı
noktaya varılacaksa.
Bir insanı iyi, kötü yapan
nedir? Eylemleri mi, kalbi mi, niyetleri mi, söyledikleri mi? Yoksa bunlar
arasındaki uyum/uyumsuzluk mu?
En nihayetinde hepimiz
‘biraz’ ve belki ‘çokça’ yalancıyız, katiliz ve kötüyüz.