30 Aralık 2016 Cuma

Anı 2


            
  Size yine bir anımdan bahsedeceğim. Geçen sene Eylül ayıydı. Okuldan çıktım, Halıcıoğlu’nda otobüs bekliyordum. Bir yandan yağmur yağıyor bir yandan gözlerim ağlıyordu. Çoğu zaman olduğu gibi mutsuzdum. Konumuzla alakası olmamakla birlikte neden mutsuz olduğumu da açıklayayım.

İlk olarak beni yakinen tanıyanlar bilirler ki mutluluktan pek hazzetmem. Önemli olan huzurdur benim için. Mutluluk ise geçici bir duygudur ve çoğu zaman yalancı nitelikli bir uyuşturucudur. (huzuru da kapsadığı nadir vakitleri münezzeh tutuyorum)

2013-2014 eğitim öğretim yılıydı. Ara ara görüştüğüm çok da samimi olmadığım bir arkadaş, “Neyin var? Üzgün görünüyorsun.” Demişti. Yanımdaki arkadaşım da sağ olsun beni cevap arama zahmetinden kurtarıp cevap vermişti: “Suda hep üzgündür.” Nasıl olmayayım? İçimde bir sürü “ben” var. Hepsinin aynı ve ayrı ayrı dertleri var. Neyse bu başka bir yazının konusu.

Geçen seneki mutsuzluğumun kendine has bir yönü vardı ki adı ayrılıktı. Bu ise nereden tutsam elimde kalacak bir husus. İnsan, hayatını geride bırakınca söyleyecek çok şeyi olmuyor. Şair tercüman olsun bu kez de:

“Tanımaz oldu ağacını kendi diline düşen yaprak
Kolay mı bir şehri ağlayarak bırakmak?

Konumuza dönelim. Kulağımda kulaklığım, kendime dayanacak bir yer buldum ve durağın kenarında beklemeye başladım. Başıma bir yaprak çarptı ve yere düştü. İlk birkaç saniye ehemmiyet vermedim. Sonra yaprağın başıma, rüzgarın etkisiyle de olsa, bir yaprağın sahip olabileceği kuvvetten daha fazla bir kuvvetle çarptığını fark ettim. Ardından aklıma “O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez” ayetiyle, “Bir yaprak dahi yerinden sebepsiz yere kımıldamaz” sözü geldi. Gülümsedim, yaprağı aldım yerden. Islakçaydı, kuruttum sakladım.

O gün en ihtiyacım olduğu anda bir yaprakla geldi tüm özlediklerim bana. O gün bir yaprağa tutundum ve bir yaprağa tutuldum. Tahmin ettiğiniz üzere, söz konusu yaprak yukardaki fotoğrafta gördüğünüz yaprak.

Bütün bunları neden anlatıyorum? Yerinde bir soru oldu. Dün çok kıymet verdiğim bir arkadaşım “Allah nedir?” diye bir soru sordu. Aslında orada üzerine konuştuk ve kapandı mesele. Fakat ben gecenin bu saatinde kendimi “Allah nedir?” diye düşünürken buldum ve aklıma bu hadise geldi. Yahut aklım bu hadiseye gitti. Bilemiyorum.

Allah, bazen bir yaprakta tecelli edendir. Bir yaprak olup, insanın başına çarpan ve onu kendine getirendir ve onu özlediklerine götürendir. Bazen bir taş olup yürünmemesi gereken bir yolda insanı düşürendir. Bazen rüzgardır sarıp sarmalayan. Kimi zaman ağlamaya, kimi zamana tebessüm etmeye ve her zaman düşünmeye sevk edendir.

“Allah nedir?”

Allah, içinizde O’nu en çok ve en şiddetli ne zaman duyuyorsanız O’dur ve oradadır. Mesela benim için safi olan sevgidir ve hakkıyla sevmektir. Her an veda eder gibi, bir kapının eşiğinden izler gibi sevdiklerimdir; unutmamak için dua ettiklerimdir. En çok o kapının eşiğinde duyarım O’nu içimde. “Çok güzelsin” derim.

Zaman zaman az hissedilir zaman zaman insanın kendisinden bile çoklaşır. Fakat hep vardır. Bakmayı bilene ve görebilene her yerde ve her şeydedir. O halde mühim olan görmekte, mühim olan doğru zaviyeden izleyebilmekte, mühim olan yalnız bir çift gözle değil kalple bakabilmekte. Anlamakta değil belki ama hissetmekte.