“Ah efendim. İnsanların hakikatleri kabuldeki
inatçılıklarını bilirsiniz.”
“Ey hemşehriler! Niçin uyanıp bu felaket tozundan
silkinmeye uğraşmıyorsunuz? Kabahat herkesten ziyade kendinizde… Siz, sizi bu
tan ile cehalet ve geriliğe bağlayan fikirlere yaslanmış ve onlara
yapışmışsınız… Sizi aydınlatmaya çalışanların taze, yeni ve güzel fikirlerini
adeta cinayet sayıyorsunuz. Onlar, sizin cahilce kötülemelerinizden
korkmasalar, lanetlerinizden çekinmeseler, kaç zamandır artık kangrene, çürüyüp
kokmaya başlayan bu derin gerileme yarasının kaynağını size pek büyük bir
açıklıkla gösterecekler… Duyduğunuz her yeni fikre kızmayınız. Onları iyi
niyetle kabul edebilmek için idrak sahibi olmaya çalışınız.”
“…Ve bilmek için de biraz düşünmek, eminim ki şimdiye
kadar hiçbirinizin aklına gelmemiştir.”
“Her cani ve melunu cezalandırmak için gökten başına taş
düşmesi manevi bir gereklilik olaydı, hiçbir memlekette cinayet mahkemeleri
tesisine gerek kalmazdı.”
“Bu ana kadar gördüğümüz numunelere bakılırsa ‘hak’ı
kuvvetin doğurduğu anlaşılıyor. Kuvvetli olan haklı oluyor. O derecedeki
acizlere, zayıflara, hakkı, en kuvvetli olan kimse o dağıtıyor… Kuvvetlinin
reyi hak oluyor. Bir zayıf, kuvvetlinin reyini hak olarak kabul etmek
mecburiyetinde bulundukça hürriyet, adalet sağlanmış olamaz. O kuvveti imkan
derecesinde herkese dağıtmanın yolunu bulmalıdır.”
“Bu memlekette kızlar için ayıp olmayan ne var acaba?”
“Gazetelere yazı göndermeme bile müsaade etmiyorlar. Bana
bir şey yazdırtmadıktan sonra beni neye okuttunuz? Alemin kızları yazıyorlar
bir şey olmuyor da ben yazarsam mı ayıp olacak, diye çok rica ediyorum. ‘Hayır,
olmaz… Hayır, olmaz… Sana sahip olacak adam müsaade ederse o zaman yazarsın’
cevabını veriyorlar… İşitiyor musunuz? Bana sahip olacak o adam. Of… Şimdiden
bu adamı hiç sevmiyorum… Çünkü daha adını bilmeden, yüzünü görmeden bu adamın
arzusuna, emrine tabi bulunuyorum… Babamın sahipliğinden çıkıp onun nüfuzu
altına mı gireceğim?”
“İtirafı müşkül olan hakikatlerin saklanması daha
müşküldür.”
“Meğerse ademoğlu hileden ibaretmiş. ‘Dost’ vasfını hak
eden iki fert bulmak hemen boşuna çabaymış, bu kelime manasız, boş bir söz gibi
kalıyormuş. Bu kadar düşman ruhlu insanların nasıl olup da birbirini
mahvetmeyerek asırlardan beri bir arada yaşayabilmiş olduklarına şaştım.”
“Müthiş itiraflardan sonra herkeste bir vicdan rahatlığı
hasıl oldu. Herkes anladı ki meğerse insanların saadet ve selameti böyle tam
hürriyet ve eşitlikte imiş. İnsanlar neden şimdiye kadar bu büyük hakikati
anlamamış da varlıklarını birbirine karşı husumette, muharebede, kan dökmekte
görmek gibi yanlış bir yola gitmişler? Medeniyetin, tekemmül fikrinin gayesi
birbirini öldürmeye uğraşmak mıdır yoksa umumi kardeşliğin kurulmasına bir çare
aramak mı? Neden insan öldürmek fenninde en mahir olan, harp aletleri en
mükemmel bulunan milletler en medeni, en ileri sayılıyorlar?.. Şimdiki
milletlerin hiçbirisi meğerse medeni vasfına layık değilmiş… Düşünülürse
hunharlık bakımından bugünkü ileri insanların mağaralarda, taş kovuklarında
mekan tutup da üzerlerine saldırdıkları avlarını tırnaklarıyla, dişleriyle
paralayarak yiyen vahşi cetlerinden çok farkları yok…”
“Beyefendi; hemşireniz, valideniz akşama kadar evde nasıl
vakit geçiriyorlar, hiçbir gün bunu düşünmek zahmetine katlandınız mı? Hayır… Hayır…
Bin kere hayır… Tekamül kanununa dair kafa yordunuz… Darvinizmi tetkik ettiniz.
İrade-i cüz’iye meselesi için yoruldunuz. Cazibe kanununu, fizikte Carno
prensibini düşündünüz… Size bu kadar uzak olan şeylere kafa harcadınız… Fakat
size o kadar yakın bulunan valide ve hemşirenizin evdeki hayat tarzlarının
sıhhatleri üzerine olacak tesirleri hiç aklınıza getirmediniz… Çünkü onlar
adetten o tarzda ömür geçirmeye mahkumdur, dediniz… Artık ötesini düşünmediniz…
Niçin? Bu mühim hususu da Avrupa’dan buraya Puvankareler, İspenserler falan mı
gelip düşünecekler? Bugün şehrimizde sinir hastalıklarının nispet kabul etmez
bir derecede erkeklerden ziyade kadınlar arasında hüküm sürmesinin hikmeti işte
budur. İnsaf ediniz. Hizmetçisi, aşçısı bulunan refah sahibi bir aile kızı, genç
vücudunu tembellikten doğan fenalıklara karşı ne ile müdafaa edecektir? Ya çalgı
çalacak, ya el işi işleyecek, ya bir şey okuyacak… Ya köşe penceresine oturup
sokaktan gelen geçeni sayacak… Bunlar iyi kötü ne ise zihni meşguliyetler…
Fakat vücuda lazım olan faaliyet ne yolda verilecek? Erkekler için şimdiki
bilginin lazım addettiği şeylerin kadınlarca da lüzumun düşünmek neden kabahat?
Neden günah olsun?
Zavallı Türk kadını için ev içinde bedenini çalıştırmaya
iki büyük vesile vardır. Ya ortalık süpürmek adı altında hasır süpürgeyi alıp
iki kat olarak evin bütün mikroplu tozlarını yutmak… Yahut çamaşır yıkamak
adına leğen başında akşama kadar bütün ailenin kirlerini, pisliklerini, sıcak
su içinde hasıl olan zehirli buharları teneffüs etmek… İşte bizim en büyük
egzersizimiz, sporumuz bundan ibarettir…”
“Sırf şekillerle ilgilenen dostluklar çabuk yok olur. Kalıcı
olanlar manevi münasebetler, samimi sevgilerdir.”
“Bende her zaman hayatımı küçümsemek, umursamamak illeti
vardı. Meğerse o yiğitlik, gençliğim dolayısıyla ölümü kendimden pek uzak gören
aldatıcı bir cesaretmiş. Şimdi ölümle şakasız karşı karşıya gelince korkudan
titriyordum…”
“Hayata bağlılığımızın derecesi n-böyle ümitsizlik
zamanlarında belli oluyor.”
“İnsanların en çok saadetten mahrum olmalarının sebebi
onun tabiat kanunlarının hangisinin üzerinde kurulduğunu bilememelerinden ileri
gelir. Mümkün olduğu kadar felaketten uzak kalmak da açıkça bir saadet
sayılabilir. Aslında saadet o kadar büyük ve o kadar küçük bir şeydir ki buna
sahip bazı kimselerin bunun kendilerinde olduğundan haberleri bile yoktur. Onu kendine
mahsus şekle aykırı şekillerde düşünüp aramakla durmadan bozarlar.”
“Çok sevinmek de insanı büyük bir kedere uğramak
derecesinde müteessir ediyor.”
“Doğru söz hoş görülmese de sahibi için suç olmamalıdır.”
“Aman efendim her hayalin bu derece kolaylıkla hakikate
dönüşmesi mümkün olaydı dünyada hiç bedbaht kalmazdı. Yahut o zaman herkes
bedbaht olurdu. Çünkü insanlara hakikat kadar da hayalin lazım olduğunu henüz
yirmisini bulmayan hayatımda tecrübe ettim… Hayalin lezzeti hakikate dönüşmesinde
değil, ilk şeklini daima muhafaza etmesindeymiş.”